TÜRKFENCİ
Hoşgeldin!!
Kaydını hemen yap ki sitemiz büyüsün, daha yararlı olsun..!
TÜRKFENCİ
Hoşgeldin!!
Kaydını hemen yap ki sitemiz büyüsün, daha yararlı olsun..!
TÜRKFENCİ
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Bilimde ve İlimde Türkiyeyi En Üst Seviyeye Ulaştırmak İçin TÜRKFENCİ'yi seçin
 
AnasayfakapıGaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Zaman Sensin

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
BilgeTürk
Admin
Admin
BilgeTürk


Mesaj Sayısı : 233
Yaş : 31
Nerden : erzurum fen den
Puan : 6196
Özel puan : 0
Kayıt tarihi : 23/09/08

Zaman Sensin Empty
MesajKonu: Zaman Sensin   Zaman Sensin Icon_minitimeCuma Şub. 26, 2010 8:43 pm

Zaman Sensin



Zaman gerçek midir? Şimdiyi yaşarız ama asla yakalayamayız; ya çoktan geçmiştir; “şimdi buradaydı,” deriz: ya da henüz olmamıştır, “şimdi gelir,” deriz. Ne geçmiş ellerimizdedir, kimse kendi bebekliğini kucağına alamaz; ne gelecek ellerimizdedir, kimse kendi ihtiyarlığının koluna giremez. Zamanı ölçeriz ama ölçtüğümüz şey, kumaş gibi ellerimizde durmaz, süt gibi kaba konulmaz.
Zaman nasıl oluyor da, bu sessizliğinde, ele avuca gelmezliğinde dilimize, bilincimize işliyor? “Zamanı geldi,” “zamanımız kalmadı” derken bizi belirleyen nedir? Ne demek isteriz, “zamanım var” derken? Zaman çalınabilir mi?
Tropik Afrika halklarının dilinde ‘kar’ sözcüğünün bulunmadığını öğrenmek sizi şaşırtmayacaktır. Amerika’da yerli halkların dillerinde ‘kanguru’ sözcüğünün bulunmaması da öyle. Bu sözcüklere tekabül eden nesneler söz konusu coğrafyalarda bulunmaz çünkü. Duyulur ya da hissedilir bir nesnesi bulunmamasına rağmen, zaman nasıl dilimize yerleşmiş olabilir? “Zaman” terimi ya da zamansal herhangi bir ifade barındırmayan bir dil olabilir mi?
Dilde zaman
Benjamin Lee Whorf, 1936 yılında yayımlanmış çalışmasında, Hopi Kızılderililerinin dilinde ‘zaman’a tekabül eden hiçbir terimin bulunmadığını ilan etti:
“Uzun ve dikkatli bir analizin sonunda, Hopi dilinin, bizim “zaman” dediğimize, ya da geçmiş, gelecek dediğimize, ya da süren, geçti dediğimize doğrudan tekabül eden hiçbir sözcük, gramatik biçim, kuruluş ya da ifade içermediği görüldü.” (Carroll)
Büyük bir ilgi uyandırdı bu tez, toplumbilimcileri olduğu kadar doğa bilimcileri de üzerinde düşünmeye yöneltti. Hopiler halen Kuzeydoğu Arizona’da yaşıyorlar. Hopi, Hopitu sözcüğünden türemiş, barışçı demek. Dilleri, Uto-Aztek dillerinin Shoshonean dalına ait. Whorf’un sandığının tersine bu dil ailesinin hepsinde fiil zamanının bulunduğu gösterilmiştir. Hopi dilinin karakteristik özelliği, fiil zamanının gelecek ve gelecek olmayan diye ikiye ayrılmasıdır. Bu bakımıyla Türkçeden farklıdır. Türkçede fiil zamanı fiil köküne gelecek, geçmiş, şimdi ekleri yerleştirilerek belirtilir ve iki geçmiş zaman vardır. Tanık olmadığınız geçmiş için mişli geçmiş zaman kullanılır. Ama İngilizce ile belirgin bir benzerliği vardır. İngilizce’de sadece iki fiil zamanı var; şimdi ve geçmiş. Gelecek zamanı anlatmak için “go” fiili yardıma çağırılır. “İngilizce öğreneceğim,” şöyle denilir: “I’m going to learn English.” Gelecek zamanı ifade etmeye yarayan ‘will’ fiil yardımcısı, aslında ‘irade’ anlamına gelmektedir. “Ayşe will go there,” dediğiniz zaman, Ayşe’nin oraya gitmeye yetenekli olduğunu anlatmış olursunuz. Gelecek zaman için kullanılan diğer bir sözcük,‘shall,’ ise aslında görev, yükümlülük demektir. “Ayşe shall go there,” derseniz, bu, oraya gitmek Ayşe’nin vazifesidir anlamını iletir. Görüldüğü gibi, olabilir, olanaklı, olmalı kipleri kullanarak zamansal bir anlatım mümkün olabiliyor. Hopi dili de İngilizce gibi ağırlıkla kipleri kullanarak zamanı dile getiriyor. Zamansal anlatım, olayın sürdüğünü, olup-bittiğini, başladığını, bittiğini belli eden sözcüklerle, ‘hemen,’ ‘yarından sonra’, ‘az önce’ gibi zaman zarflarıyla, kiplerle ve diğer dilsel araçlarla başarıyla anlatılabiliyor. Sonraki araştırmalar, Whorf’un hemen her tezinin yanlışlığını göstermekle kalmadı, hatta, Hopi dilinin bazı veçheleriyle daha zengin bir anlatımı olanakladığını belgeledi. Karşılaştırmalı dil incelemelerinin hepsi, her dilin, kimi üstünlük ve zayıflıklarıyla, mümkün her şeyi anlatabilecek işlenmişlik ve karmaşıklıkta olduğunu ortaya koymuştur. Zamansal ifade bütün dillerde evrenseldir. Üstelik diller, aralarındaki olanca farklılıklara rağmen, zamansal anlatımlarında ortak özellikler sergiliyorlar. Her söylenim, açık ya da örtük üç anı belirtir: konuşma anı, olay anı, olaya gönderme yapılan an (Reichenbach). Örneğin, “Salona girmeden önce, söyleyeceklerini zihninden geçirdi.” cümlesinde, olay anı, ‘zihninden geçirdiği an’; olaya gönderme yapılan an, ‘salona girdiği an’; konuşma anı ise, iki olaydan sonraki bir zaman. Zaman dilde sadece bir takım sözcüklerle yaşamaz, bütün dile nüfuz etmiştir. Dili zamandan ayırabilmek mümkün değildir.
Problemin tam burada doğuyor. Bütün dillerde güneş sözcüğüne denk düşen bir terim bulunabilir, çünkü bu terime karşılık düşen tek bir güneş var. Peki bütün dillerde bulunan zamansal ifade olanakları, zaman terimleri, dilin zamansallığı neye karşılık geliyor? Bir yandan, zaman diye bir gerçeklik var desek, zamanı algıladığımız özgül bir duyu organımız yok. Öte yandan, zaman bir bakıma bilincimize doğrudan verili. Şimdiyi deneyimleriz; geçmiş anılarımızdadır; gelecek, arzularımızda kendini belli eder. Zamanın gizemi, bu ikili karakterinde saklıdır; bir yandan ele gelmez, kendini tikel olarak açığa vurmaz, öte yandan "süreyi" duyu organlarımızla saptayamasak da, şimdi yoluyla zihinde yakalarız. Deneyimimiz bize deneyde olmayan bir kavram olarak yansır.
Zamanın iki veçhesi
Zamana iki yoldan yaklaşıyoruz. İlkin, aynı olay, diyelim baharın gelişi, önce gelecek, sonra şimdi, derken geçmiş nitelikleri alıyor. Her olay, sırasıyla, gelecek, şimdi, geçmiş nitelikleri kazanıyor. Değişme, zamanın bu kavranışıyla ilişkilidir. Referans noktamız hep şimdidir. Olayın aldığı zamansal nitelikleri şimdide bulunan bir referans noktasındaki gözlemci saptar. Buna, zamanın süreçsel kavranışı ya da süreçsel zaman diyeceğim. Süreçsel zaman olayların birbirlerine olan süresel uzaklığına kayıtsızdır. Fakat, uzak gelecekten şimdiye doğru yakınlaşan her olay, bir çırpıda şimdiyi aşar, gittikçe geçmişe ötelenir. Geçmişin ve geleceğin derecelenmesi, bu yüzden yeni bir zaman kavrayışına götürür. Olayları birbirlerine göre, önce, aynı anda, sonra diye ilişkilendiririz. Bir diğerine göre önce, aynı anda ya da sonra diye nitelenen bir olay hep öyle kalır. Zamansal ifade gözlemcinin zamansal konumundan bağımsızdır. Buna da süresel zaman diyeceğim. Süresel zamanın odak noktası, aynıandalıktır. Bir olayı, salise, saniye, gün, ay yıl gibi birim bir zaman aralığı saptayıp, bu birimin katıyla başka bir olayı referans alarak numaralandırdığımızda, o olayı tarihlemiş oluruz. Kullandığımız takvim sisteminde İsa’nın doğum olayı referans alınıyor, bugün oluşan bir olayın zamanı, yıl birimiyle 1999 sayısıyla ifade ediliyor. Tarihleme, geçmişe, geleceğe, şimdiye kayıtsızdır. Görelilik teorisinin ortaya atıldığı yıl, 1905, üzerinden kaç yıl geçerse geçsin değişmez. Olaylar arasındaki zaman aralığı sabittir. Yanısıra, olayların birbirine göre sayılandırılması, zamansal ölçmeyi de olanaklar. Yarışan atletlerin, belirli bir mesafeyi kat ettikleri süreler onları birbirlerine göre birinciden sonuncuya sıralar. Bu veçhesiyle zamansal ölçme, mekansal ölçmeye çok benzer. Farklı boylardaki kalemleri uzunluklarına göre dizerken de yaptığımız, bir birim tanımlayıp, bu birimin katıyla her bir kalemi sayılandırmaktır.
Kestirilebileceği gibi takvim ve saat birbirini koşullayarak evrilmiştir ve her ikisi de süresel zaman kavrayışına dayanır. Bugün bize çok bildik gelse de, birim oluşturma, yüksek bir soyutlama düzeyini gerektirir, uzun bir tarihsel sürecin ardından ortaya çıkmıştır. Üstelik, zamanın bu iki karşıt kutbu bugün de hararetli bir tartışma konusudur.
Ekkehart Malotki, Hopi zamanını incelediği kitabının daha girişinde, Hopi dilinde zamanın nasıl ifade edildiğinin güzel bir örneğini veriyor:
“Ertesi gün, insanların güneşe dua ettiği sabahın çok erken vaktinde kızı erkenden yeniden uyandırdı.”
Bu cümlede süreçsel ve süresel zamanın dile getirilişini görebiliyoruz. Bildiğimiz bütün diller buna yeteneklidir. Ama Hopi’lerde bulunmadığını iddia ettiği Whorf’un kafasındaki zaman, fizikçilerin anladıkları zamandır. Haklı! Aradığını bulamayınca, Hopi zaman anlayışına “psikolojik zaman” deyip geçiyor. Fizikçilerin anladığı zamanı aşağıda işleyeceğim ama şimdiden söyleyeyim, saat zamandır: Kurulması gerekmeyen ya da pili bitmeyen ideal saat zaman.
Whorf, kimya mühendisiydi ama aynı tutumu, araştırmalarıyla kendilerini kabul ettirmiş ünlü pek çok antropologda da görebiliyoruz. Evans-Pritchard, Nuer Zaman Hesabı adlı makalesinde göçebe çoban Nuer halkına ilişkin şunları yazıyor:
“Zamandan, zaman birimlerinden söz ettim ama kesin konuşulursa, Nuerlilerin zaman kavramı bulunmadığı, dolayısıyla, soyut bir zaman hesabı sistemlerinin de bulunmadığı belirtilmelidir. … Nuer dilinde, bizim dilimizdeki ‘zaman’ sözcüğüyle eşdeğer bir ifade yoktur.” (1939: 12)
Evrensel zaman kavrayışının henüz gelişmediği tüm toplumlarda, tarihleme bağlamsaldır. Yılın değişik dönemleri, mevsimlere göre, farklı mevsimlerde açan çiçeklere göre, kimi hayvan türlerinin yumurtlama ya da yavrulama zamanlarına göre belirlenebilir. Doğadaki düzenlilik, başarılı bir zamanlama için bol fırsat sunar. Doğada her şey ritmiktir. Doğa, doğal saatlerle doludur. İhtiyaç duyulduğunda bunlardan biri kullanılabilir. Ay ve güneş, biri takvim için, öteki saat için ilk malzeme olmuşlar.

Toplumda zaman
Her toplum bir düzeyde zaman hesabı yapmak zorundadır. Olabilecek en kısa sürede gerçekleştirebilmeleri için farklı faaliyetlerin birbirleriyle uyumlandırılmasını sağlayan bir zaman çizelgesine göre davranmaları gerekir. Bir avcının nerede, ne avlayacağı bulunduğu zamana bağlıdır (Lee). Düzenli yinelenen olayların oluşmasına ne kadar süre kaldığını bilebilmek bütün toplumlar için ihtiyaç olmuştur. Derleyici avcı Athapaskan halkının yaşamında bal önemli bir yer tuttuğundan, toplumsal faaliyetlerini farklı çiçeklerin tomurcuklandığı farklı mevsimlere göre düzenlemişler. Başka bir derleyici avcı toplum, çöl kıyısında yaşayan !Kung San halkının yaşam döngüsü yağmur yağımına bağlıdır. Üç ya da dört yağmur dönemi kabaca bir yıl oluşturur. Eldeki arkeolojik buluntular en az 30 000 yıl öncesinden bu yana, Ay’ın tarihlemekte kullanıldığını gösteriyor. !Kung San’lar ayın farklı fazlarını gözleyerek tarih verebiliyor, güneşin konumuna göre zamanı ölçebiliyorlar. Güneş saati de çok eskilere dayanıyor. Avustralyalı kimi derleyici avcıların çatal bir dal kullanarak, gölgenin çatal yayı üzerindeki konumuna bakarak zamanı saptadıkları biliniyor. Özellikle emek bölümünün çeşitlenmesi ve derinleşmesi, toplumlar arası ilişkilerin yeğinliğinin artması ve merkezileşme düzeyi daha hassas bir takvimleme ve ölçme gereği doğurmuştur. Ay fazlarının yinelenmesine dayanan ilk ay takvimini Sümerlerin yaptığı tahmin ediliyor. 360 günü 30 aya, günü ikişer saatlik 12 periyoda bölmüşlerdi. Mısırlılar, geceleri clepsydra (su hırsızı) denilen su saati kullanıyorlardı, 365 günlük ilk takvimi onlar yaptı. Geliştirdikleri son haliyle M.Ö. 56 yılına kadar kullanıldı. Takvim ve saat bilgilerinin bu denli gelişmiş olmasına rağmen, Whorf’un Hopilerde arayıp da bulamadığı soyut zaman kavrayışı, Mısırlılarda da yoktu. Yılların sayımı çeşitli vesilelerle yeni baştan başlatılıyordu, giderek firavunların yaşam sürelerine bağlanmıştı. Benzeri Sümerlerde de vardı. Her kent kendi ayını kendine göre başlatıyordu. Zamanın bu bağlamsal karakteri kabile toplumlarında daha belirgindir. Evans-Pritchard, Nuer’lerin sabit zaman birimlerinin bulunmadığını bildirir:
“Nişanlar, diğer şölenler, dövüşler ve akınlar, zaman noktası gibidir. ... her gurubun başvuru noktası vardır ve bunun sonucunda zaman yapısal mekana görelidir, yerel olarak ele alınabilir.” (1940)
Nuerler, belli bir olayın tarihini, doğal olaylar, sürülerindeki buzağıların doğumu, ergenliğe geçiş gibi aşama bildiren ve dönüm noktası olan olayları referans vererek ifade ediyorlar. Bekleyeceğiniz gibi, bir avcıya yaşını sorarsanız, size, kimden daha çok yaşadığını, kimden daha az yaşadığını söylemeye çalışacaktır. Günümüzde de, henüz saatin diktatörlüğünü kuramadığı kent dışında, insanlar tarih vermek istediklerinde, “kuşluk vakti” derler, “ikindi” derler, “geçen sel taşkınında”, “Ali’nin oğlunun sünnetinde” derler.
İnsanların ölümden sonra yaşayacakları inancı çok eskidir. En geç 50 000 öncesinden beri, ölülerin sağlıklarında kullandıkları araç gereçle ve bir miktar yiyecekle gömdükleri biliniyor. Onları, sağlıklarındaki toplumsal statülerini, cinsiyetlerini, yaşlarını belli edecek şekilde süsledikleri biliniyor. Bu, ölüme bir karşı duruş olduğu kadar, gelecek fikrinin de belirtisidir. Geçmiş, köken mitlerinde dile getirilir. Geçmiş olduğu kadar gelecek de, ritüellerle canlı kılınmaya çalışılır. Ritüel, Lévi-Strauss’un dediği gibi, geçmişi ve geleceği şimdileştirme, şimdiyi ezeli ve ebedi kılma çabasıdır. Resim, ritüelin yapamadığını yapar. Anı, zamansızlaştırır. Erişilmez mağara dehlizlerinin kuytuluğuna özenle çizilen resimler zamanı tutsak etme girişimleridir. Bu tutku, olanca görkemiyle piramitlerde gözlerimizin önünde yükselir.

Fizikte Zaman
Fiziğin zamanı, yukarıda sözünü ettiğim süresel zamandır. Fizik, sonsuzca bölünebilir, homojen, sürekli bir zaman varsayar. Aslında bu zaman kavrayışı, ilkçağ felsefesine uzanıyor. Zenon paradoksları bunun iyi bir örneğini veriyor. Fiziğin zamanı su gibidir. Bu kavrayış, günün yaygın zaman ölçüm aletiyle, su saatiyle son derece uyumludur. Takdir edersiniz ki, gökyüzünün Mısır’daki gibi fazlaca bulutlu kalamadığı coğrafyada, su saati uygun bir alternatiftir. Su saati, mekanik saatten farklı olarak, kum saati gibi, daracık bir delikten sürekli akışa dayanır. Mekanik saatte ise kesiklilik esastır, tanımlı zaman aralıkları, yinelenen mekanik hareketle sayılır. İşte bu nicelik olarak zaman, fiziğe Galileo ile girdi, Newton ile yerleşti. Galileo, mekanik saatin keşfinden 230 yıl sonra doğmuştu. Sarkaçlı saatin patenti Huygens’e aitse de, fikir babası Galileo’dur. Sarkaçlı saat, bir hareketin süresini, bu süre boyunca yaptığı salınım sayısıyla verir. Zamanı temsil eden su saatinizin suyu bittikçe yeniden doldurursunuz, ama bu arada zaman durmaz. Saatinizin deliğini büyütüp küçültürseniz, su saatinizin haznesi daha çabuk ya da geç boşalır ama zaman yavaşlayıp hızlanmaz. Bu demektir ki, zaman değişmeden bağımsızdır. Her türlü değişme zaman içerisinde gerçekleşir. Klasik fiziğin zamanı mutlaktır. Her şey ortak bir zamanda var olur, aynı şimdiyi paylaşır.
Bir önemli özelliği daha var klasik fiziğin; yönsüzdür. Saat başlarında, saat sayısı kadar dong sesi veren sarkaç saati düşünün. İdeal bir sarkacın (10° açı vererek tuttuğunuz) topunu bıraktığınızda, yay bir yörünge üzerinde salınarak tam başlangıç noktasına geri döner. Topun yörünge üzerindeki hareket denklemindeki zaman parametresi artı değerliyken gidiş hareketini, eksi değerliyken dönüş hareketini ifade eder. Şu anda bulunduğunuz andan, uykudan uyandığınız ana, filmi geriye sarar gibi döndüğünüzü hayal edin. Zaman her iki yönde de geçer, özgül bir yönü yoktur; geçmişe, geleceğe duyarlılığı yoktur.
Gerek quantum fiziği, gerekse görelilik fiziği, klasik fiziğin bu yanını olduğu gibi benimsedi. Einstein zamanın mutlak niteliğini çöpe attı ama bunun dışında, ortaya koyduğu zaman anlayışı klasik fiziğin zaman anlayışının devamıdır. 1887 yılında ünlü Michelson-Morley deneyiyle ışığın hızının sabit olduğu gösterildi. Einstein’in devrimci teorisinin temel varsayımı budur. Saatte 200 km hızdaki otomobilin farlarından yayılan ışığın hızı, elinizdeki fenerin ışığından daha hızlı değildir. Işığa dönüşmeden ışığa binemezsiniz. Top duvara çarptığında yavaşlamış olarak döner ama ışık aynadan yansıdığında hızı azalmaz. Öyleyse, iki ayna arasında ışığı salındırarak, bir ışık sarkacı yapabilirsiniz. Hiç yavaşlamayan ideal bir saat. İşte Einstein’in saati bu ışık saatidir ve zaman, bu saatin ölçtüğü şeydir. Bu saati siz de yapabilirsiniz, en azından hayalinizde. İki tane yapın. Birini otomobilinize yerleştirin. Ötekini arkadaşınıza verin. Arkadaşınız dışarıda saat tutsun, siz otomobilinizi çalıştırıp sabit bir hızla sürün. Işığın hızı değişmez olduğundan ve otomobilinizin hızına bağlı olarak aynalar arasındaki ışığın kat etmesi gereken yol farklı olacağından, saatinizde okuyacağınız değer, arkadaşınızın okuyacağı değerden daha küçük olacaktır. Yani hızınız arttıkça, zaman kısalır. Ortaya şu çıkıyor: Her hareketlinin kendi zamanı vardır; evrensel bir şimdi yoktur; dolayısıyla evrensel bir geçmiş ya da gelecek de yoktur. Kısaca evrensel bir zaman akışı yoktur. Şu sözler Einstein’in dir: “Bizim gibi fiziğe inanmış insanlar için, onlarsız edemesek de geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki ayrım yanılsamadır.” Fizik bütünüyle süresel zaman anlayışını esas alır. Einstein’in temel kavramı şimdi değil, aynı andalıktır.
Süreçsel zaman kavrayışı bakımından da, geçmiş ya da gelecek diye ayrı bir coğrafya yoktur. Geçmişi kalıntılarıyla, geleceği belirtileriyle ancak şimdide gösterebiliriz. Geçmiş, kalıntılar, izler olarak vardır. Şimdi varolan her şey kalıntıdır, bu anlamda şimdi baştan başa geçmiştir. Öte yandan, şimdide olan daha önce olmayan bir şeydir, üretilmiştir, doğmuştur. Bu anlamda şimdi baştan başa gelecektir. Aynı şimdiyi yinelemek olanaksızdır. Bu yüzden, sınır tanımaz hayal gücümüzün keyfini kaçırsa da, ne geçmişe, ne geleceğe yolculuk mümkündür. “Aynı nehirde yıkanamazsınız.” Nehrin her anı geçmişteki nehirdir, ama aynı zamanda gelecekteki nehirdir. Şimdi, geçmişin ve geleceğin birliği olarak oluştur. Şimdi, geçmiş her şeyin ve gelecek her şeyin içkin olduğu bütündür. Bu ne Heraklitos’un hala yaşadığı, ne de 3001 yılında aktüelleşecek bir olayın şu anda aktüel olduğu anlamına geliyor. Sadece, geçmişi kuran ilişkilerin sürekli değiştiğini, geleceğin geçmiş denilen ilişkelerce her an kurulduğunu anlatıyor. Dilin top yekün zamana bulanmışlığı, hakikatin, bütün oluşundandır. Bu tezi destekleyen üç önemli teori var, birincisi evrim teorisi; evrende sürekli bir karmaşıklaşma eğilimi olduğunu ileri sürer. Diğeri, termodinamik; termodinamiğin ikincisi yasası, evrende sürekli bir dağılma eğilimi olduğunu ileri sürer. Ünlü “zamanın oku” tezi. Buna göre uyandığınız ana dönmeniz mümkün değildir. Evrenin sürekli genişlemesi bu çerçeveye alınabilir. Sonuncusu, kaos ya da popüler olmayan adıyla dinamik sistem teorisi, minicik farkların dev farklılıklara yol açtığını ileri sürer. Einstein’in zaman anlayışı, yol açtığı bulgulara ve çığır açıcı sonuçlarına rağmen, bu üç teoriyle de kavgalıdır. Üstelik, yer darlığından burada ele alamıyorum, doğrudan zaman konusunda quantum fiziğiyle de uzlaşmaz.

Zaman Paradır!
Mekanik saatin bulunduğu döneminin, kapitalizme geçiş yılları olduğu konusunda tarihçiler hemfikirdir. 14’üncü yüzyıl. Her şeyin alınıp satılabildiği yeni bir dünya doğmaktadır. Eskiden kralların, prenslerin ayrıcalığı olan lüks malları, artık soylu olmasa da parası olan herkes edinebilecektir. Pek bildik olmayan, yeni bir kavram belirmektedir, ücret. Toplumlar dev birer pazara dönmektedir. İnsanlar kendi kullanımlarından çok, satmak için üretmeye başlamışlardır. Çeşit çeşit malların birbirleriyle değişilebilmesi için ölçü aracı işlevi gören para, toplumun gözeneklerine nüfuz etmekte, serflikten kurtulan insanların emek güçlerinin değeri ücret formunda parayla ifade edilmektir. Para, tıpkı süresel zaman gibi, homojen ve sayılabilirdir. Nasıl zaman olaylar arasındaki süreyi nicel olarak ifade ediyorsa, para da malların birbirleri karşısındaki değerlerini nicel olarak ifade eder. Her şeyi satın alabilen para, zaman gibi, kendisi dışındaki her şeye lakayttır; zaman gibi mutlaktır. Para yeni kraldır!
Her şey satılmak için üretildikçe, satabilmek, aynı kaliteyi daha kısa zamanda üretmeye bağlanır. Zaman parada cisimleşir. Para, ne kadar çabuksanız o kadar bol elinize geçer. Toplum, iletişim, ulaşım araçlarındaki devrimlerle hızlanmakla kalmaz, insanların davranışları da hızlanır. En hızlı yürüyen toplum hangisidir biliyor musunuz? Japonya. Peki ikincisi? Amerika. Diğerlerini de tahmin etmek zor değil, Avrupa ülkeleri. Japonya hariç en yüksek kalp krizi oranının bulunduğu ülkeler de bunlar. Ya saat ayarları en hassas ülkeler hangileri diye sorsam, gene aynı ülkeler (Levin). Buna bir de enflasyonun keşfini ekleyin. Enflasyonun dilinde, zaman, kaybetmektir. Zamanınızı kaybetmek istemiyorsanız, ve zaman kaybetmek istemiyorsanız koşmalısınız.
Zamanın hakimiyetini tahkim eden paranın hakimiyetidir. Fiziğin zamanı, paranın zamanıdır. Pek çok antropolog, para öncesi toplumlarda bu zamanı aradılar. Einstein’in teorisi devrimciydi ama klasik fiziğin, süreye dayanan, ölçülebilir, yönsüz zaman kavrayışını alıkoymuştu. Einstein’in karşı konulmaz otoritesinden çok, zihinlerine çöken, en sevdikleri şeylerini, kitaplarını satın aldıkları paraydı.

Zaman Nedir?
Bu soruyla sizi, zamanı tarif etmeye zorlamış oluyorum. Sorduğunuz soru yolunuzu belirler. Saatin ölçtüğü şeydir diyebilirsiniz, örneğin. İyi ama, o nedir? Saat, belirli bir sürecin süresini, ritmik salınım sayısıyla numaralandırmaktan başka bir şey yapmaz. Süreç de değişmeler serisidir, saatin hareketi de. Değişme olmasaydı, ne süreç, ne saat olamayacaktı, dolayısıyla zaman da. Sadece değişenin geçmişi, şimdisi, geleceği olabilir. Öyleyse, en azından, zamanın özü değişmedir, diyebilirim. 'Nedir zaman?' diye her soruşumda elimde değişmeden başka bir şey kalmıyor. Zaman değişmeden çıkıyor, ama nasıl? Nasıl oluyor da zaman kavramına ulaşıyorum?
Değişme verili düzenin, yapının, kalıbın dışına çıkmaktır, verili bağları çözmek, verili sınırları aşmaktır. Değişme düzensizleşmedir, belirsizleşmedir, çelişki içinde olmaktır. Bu yüzden, değişme, özgürlük olduğu kadar kaygıdır. Dünyaya arzulu bir varlık olarak katılıyorum. Arzu edilen, yoksun olunandır, şimdi deneyimlenemeyendir. Geleceği, arzululuğumda yaşıyorum. Arzumu gerçekleştirmek için, çabalamam, dünyaya değiştiren olarak katılmam gerekiyor. Ama, dünyaya yönelik her eylemim umduklarımla beraber ummadıklarımı da getiriyor. Belirsizlik kaygılandırıyor. Geçmişi kaygılılığımda yaşıyorum. Tatminde ya da hayal kırıklığında şimdiyi yaşıyorum. Zamanı, arzulu bir varlık olarak dünyayı değiştirme sürecinde, belirliliğin belirsizlikle birleştiği noktada kavrıyorum. Arzu, hep başkasını arzulamaktır ve hep başkasının arzusudur. Bu yazıyı yazmayı arzuluyorum, ama bu aynı zamanda bunun için bana gerekli bilgileri, fikirleri sağlayacak başka insanları arzulamaktır. Bu yazıyı yazmayı arzuluyorum, ama bu aynı zamanda okuyanımın arzusudur. Öyleyse kolayca söyleyebilirim okuyucum, zaman sensin!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkfenci.yetkin-forum.com
 
Zaman Sensin
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» ZAMAN NEDİR?
» Zaman ve Felsefe

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
TÜRKFENCİ :: bilimsel :: Makaleler Ve Bilimsel Yazılar-
Buraya geçin: